1 Mayıs 2010 Cumartesi

Türk Mitolojisinde Al Renk

0yorum
Türk Mitolojisinde Al Renk


Türk mitolojisinde, Türklerin renklerle ilgisi önemli bir yer tutar; mavi (gök mavisi, Turkuaz), beyaz/ak ve al/kızıl renkleri başta gelir. Al renk kırmızıdan farklıdır, kutsal, Tanrısal renktir. Kırmızı renk adı Türkçe’de 12. asırdan önce pek görülmemektedir. Kırmızı, Türkçe’ye sonradan, Sogdca’dan veya Farsça’dan geçmiştir.

Oğuz/Türkmen boylarının çok eskiden beri al renkli börkler giydiği bilinmektedir. Börklerin bütününde al ya da bir diğer deyişle kızıl renk görülmekle beraber, başka renklere de tesadüf ediliyor ki, esas olan gelenek, bütün börklerde, tepe kısmının yani Tanrıya yüz tutan kısmın, Tanrısal renk saydıkları al renkten olmasıdır. Bu tarz bugün efelerin, zeybeklerin, seymenlerin v.s. folklorik başlıklarında da muhafaza edilmektedir.

Al renk adı kutsallık içerdiği içindir ki, Türkler, “kırmızı bayrak” değil “al bayrak,” “kırmızı kan” değil “al kan,” demişlerdir. Yermek, aşağılamak anlamında “karalamak” derken, yüceltmek, övmek, kutsamak karşılığı da, “allamak” sözünü kullanırlar. Bugün dilimizde kullandığımız “allamak pullamak” sözü de aynı maksatla kullanılır.

Türkler, al yahut kızıl rengi, Tanrısal renk, kutsal renk kabul ettikleri için, eski Türk inancına göre, Tek Tanrı veya Gök Tanrı’nın gökte olduğunun tasavvuru ile başlarına giydikleri börkün, Tanrıya karşı olan, yani tepe kısmında genellikle kızıl yahut al renk kullanmışlardır. Bir başka söyleyişle, başlıklarında, Tanrısal kutsallık verdikleri Kızıl rengi kullanarak Tanrıya tazimlerini bildirmiş oluyorlardı.

Kızıl yahut al renk, güneşin doğmak üzere iken (şafak vakti) ve yine battıktan hemen sonra gökyüzüne yansıttığı kırmızımsı renktir. Türkler eskiden, genellikle, şafak sökerken, ve akşam vakitlerinde, gökteki, “göyün kızıllığı” dedikleri bu görüntü anında dua ederlerdi. Türkler bu şekilde dua ile, sabah vakti onu karşılıyor, akşam vakti de onu yine dua ile uğurluyorlardı.

Kırmızı (al/Kızıl), mitolojik Türk kosmik anlayışında da, göğün zirvesini ve ateşi ifade eder. “Al”, Türk lehçelerinde “yüksek”, “yüce” ve “kudret” anlamlarına da gelir. Altay dağının adı aynı maksatla söylenmiş olup, Al=yüce-yüksek, tay=tağ/dağ demek olup Al-tay=yüce-ulu dağ, yüksek dağ anlamındadır. “Al” terkibindeki ilahi anlamlarla kutsiyet kazandırılmış olan Altay dağı, Şamanlarda, bir ruh ve tanrısal bir kutsiyetle yadedilir. Ayin ve dualarında da kutsal Altay dağına hitap edilir.

Halûk Tarcan, eski Türk dili ve mitolojisini incelediği kitabında konu ile ilgili ilginç görüşler ileri sürüyor: “… güneş, gökteki ateş gibi, korkunç bir kudret ve enerjidir. Değdiği, kendisine verilen, yani al/dığı her şeyi yakar, kendi gibi alev, ateş haline getirir. Rengi al/dır, kutsal olduğu için, rengini ifade eden al kelimesi de kutsal anlamına gelir. (Al/ip gökyüzüne, Tanrı’ya götürdüğü için kutsal demektir. Al-Apa, al/an=ilah, alıp Tanrı’ya eriştiren “ilah” demektir ki, alap, sonunda Alp şekline girmiştir Alp dağlarına bu adı verenler, Kamunlar adını taşıyan, İtalyan Alplerine yerleşmiş olan Ön-Türklerdir.”

Eski şamani inançlara göre ateş, kötü ruhları kovar, insanın kötü ruhlardan temizler. Abdulkadir İnan’ın nakline göre, VI. Yüzyılda Göktürk Kağanına, elçi olarak gelen Bizans elçileri iki ateş arasından geçirilerek, onlarla beraber gelmesi muhtemel olan kötü ruhların kovulması sağlanıyordu. Bu adet Moğol saraylarında da var. Başkurt ve Kazak Türkleri, yağlı bir paçavrayı ateşleyip hastanın etrafında, “alaslama” dedikleri, “alas, alas” diye dolaştırarak, hastaya musallat olmuş kötü ruhları kovmuş oluyorlardı. Buna Anadolu’da “Alazlama” denilmektedir.

Kızıl sözü, renk anlamının yanında, aynı mitolojik anlayıştan kaynaklanarak, bildiğimiz altın anlamında da kullanılır. Azerbaycan ve Türkistan lehçelerinde, altına “kızıl” derler, sözü kullanılır. Çok eski devirlerde para yerine değer olarak kürk kullanırlardı. Türkler kürke “ten/tın/tın” derlerdi. En değerli kürkler de güneş kızıllığının (al) renginde olanlardı. Güneş kızıllığı renginde olan en değerli kürkler için de yine güneşin rengi olan “al” sözü ilaveli “al-tın” al kürk, kızıl kürk diyorlardı ki kıymetin değer birimi idi. Bugün, kıymet değeri olarak kullandığımız madene verilen altın (al-tın) adının anlamını kaynağı, anılan eski Türk anlayış ve kavrayışına dayanır. Türkistan Türklerinde, küçük bir gümüş sikke olup, genellikle sikkeye denilen, asrımızın ilk çeyreğine kadar Türkistan’da
para birimi olarak kullanılan “tenge” sözü de aynı (al-kürk) “ten/tın” kökenlidir. Bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti’nin resmi para biriminin adı da, anılan kürk adından türemiş “tenge”dir. Rusça’da para karşılığı olarak kullanılan “dengi” sözü de, Türkçe’den Rusça’ya geçmiş olan “tenge”nin Rusça söylenişidir.

Türkler için tarihsel ve mitolojik büyük önem taşıyan al rengin, Türk Bayrağının da temel rengi olması hiç de şaşırtıcı değildir.

Türk kültüründe renkler

1 yorum

YEŞİL, SARI, KIRMIZI

YEŞİL              : DİRİLİK,TAZELİK,GENÇLİK
SARI                : MERKEZ,HÜKÜMRANLIK
KIRMIZI            : TANRI, KORUYUCU RUH, OCAK (EV), DİRLİK, BAĞIMSIZLIK, HÜRRİYET
Türk tarihinin muhtelif devrelerinde renklerin yönleri ifade etmek için kullanıldığını biliyoruz. Dört yönün her birisi ayrı renk ile şekillenmiştir.

te - tepmek - tekme

0yorum
te
tepmek
tekme
tepük

garu - yön

0yorum
ilgaru - ileri
yügerü - yukarı
cuvangar moğolordusunun sol kolu cuvan-garu???
gerü - geri???
birigaru - beri*geri ???

beri, (yakınlık) güney, güneş, ön, yüz, kırmızı,çaylak
batı, kiri, kerü, geri, geç, sağ, kün badusu,beyaz,köpek
kuzey, yırı (uzaklık, ıraklık) (karanlık, gece), sırt, arka,kara,yabandomuzu
doğu ilgerü, ileri, sol, mavi,koyun



yön - yönemek, yönelmek ?? yörümek??

yön gösterme eki

a. db. Yön bildiren, yer ve zaman adları yapan ek, yön eki: son-ra, taş-ra, dış-arı, iç-eri vb.

yön gösterme eki İng. directive suffix

Fiildeki oluş ve kılışın yönünü göstermek için yönle ilgili yer ve zaman adlarını yön gösterme durumuna sokan ek: + GArU, + ArI, + rA ekleri:
ET.  
Tabgaç+garu «Çine doğru»,  
kün+gerü «güneye doğru»,  
san+garu «sana doğru»; iliñiz+gerü «sizin ilinize doğru»;
EAT. 
añaru berü «oraya, buraya»; 
göksi+re «göksüne, göksüne doğru»; depesi + re «tepesine, tepesine doğru»;
derhâl yügürü taşra çıktı «derhâl koşarak dışarıya çıktı» vb.
+ArI ve+rA ekleri Türkiye Türkçesinde artık canlı bir çekim eki olmaktan çıkmış, sayılı kelimelerde kalıplaşmış olarak kalmıştır: sonra, taşra, üzere, üzre, dışarı, beri, geri vb.







HUNLARDA RENK VE YÖN BİLGİSİ

Nuraniye H. EKREM*

Bilindiği üzere Türklerde renk, renklerin anlamı, renklerle ilgili merasimler, renklerle tabiat ve din ilişkilerinin kuruluş biçimleri, estetik açıdan öncelikli tercihler yön ve renk meselesi, Nevruz ve renk ilişkisi gibi renklerle ilgili konuların aydınlatılması gerekir. Bahaeddin Ögel'in renklerle ilgili çalışmaları olmuştur.1 Renk konusu, Türk kültürü açısından başlı başına bir araştırma konusu olmakla beraber bu konuları tüm yönüyle ele alıp incelemek hem zaman, hem de kaynak açısından mümkün değildir. Dolayısıyla bu çalışmamızda Hunlarda renk ve yön konusunu esas alarak, diğer devlet ve Türk toplumlarından da örnekler vererek konuyu kaynakların elverdiği ölçüde incelemeye çalışacağız.
Bilindiği gibi renkler, her toplumda değişik anlamlar ifade eder.
Ak rengi Türklerde ve Çinlilerde batıyı temsil ederken, Hintlilerde doğuyu, Eski Ahitlerde güneyi, Mayalarda kuzeyi temsil eder (Gabain 1968: 109). Her topluluğun yücelttiği veya sevmediği renkler olduğu gibi, bu renklerin belirttiği yönler de farklıdır. Bir toplulukça sevilen renkler, bir diğer toplulukça sevilmeyebilir. Renkler, gerçek niteliklerinin yanı sıra bazen bir değer yargısı olarak da kullanılabilmektedir (Ögel, 1991: 377). Sarı renk, Çin, Tibet gibi toplulukların kültüründe imparatorluklarının simgesi olması dolayısıyla en sevilen renk iken, Türk kültüründe önemli bir yeri olmadığı gibi, felaket, kötülük ve hastalığın sembolü olmuştur (Ögel, 1991: 31, 480). Meselâ, "Ak", temizlik, anlık, ululuk, yaşlılık, tecrübe, büyüklük gibi yüceltici sıfatlarının yanı sıra Batı'yı temsil eden "Kara" kelimesi ise toprak, güç, kuvvet ve bazen de keder, yas ve alt tabaka anlamlarını da taşıdığı gibi Kuzey'i de temsil eder (Ögel, 1991: 429435).
Ayrıca dünyanın dört bölüme ayrılması ve renklere göre düzenlenmesi fikrinin de yalnız Türklere ve Çinlilere mahsus olmadığı bilinmektedir.
Aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi, Türklerde,
Doğu=mavi/yeşil, 
Batı=ak, 
Güney=kızıl,
Kuzey=kara renkleri ile sembolleştirilmiştir. Çinlilerin renklerle yön belirleme kültürü Türkler ile aynıdır (Bkz. Tablo 1).
Hindistan'da Doğu=ak, Güney=san, Batı=kara, Kuzey=kızıl renkleri ile temsil edilirken Lamaist Kalmuklarda Doğu=ak, Güney=mavi, Kuzey=yaldız rengi, Batı=kızıl olup, Eski Ahitte ise Doğu=kızıl, Güney=ak, Batı=ala, Kuzey=kara'dır. Amerika'da Doğu=kara, Güney=ak, Batı=sarı/kızıl, Kuzey=mavi/yeşil ve Mayalaı'da ise Doğu=kızıl, Güney=san, Batı=kara, Kuzey=ak olarak gösterilmektedir (Gabain, 1968 : 109).
M.Ö. birkaç asır evvel Moğolistan steplerindeki halklar, Şaman inancında olup, mavi, kırmızı, beyaz ve siyah renkleri ile Doğu, Güney, Batı ve Kuzey yönlerini belirlemişlerdir.
Bu tür, yönü renklerle sembolleştirme inancı, zamanla göçebe halkın bazı renkleri sevmesine, psikolojik istek ve uygulamaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Onların çadırları, tuğları, elbiseleri, atlarının üzerindeki süslerinin renkleri, bu tür inancın göstergesi olmuş ve stepteki halkların psikolojik görünüşünü asırlardan beri etkileyerek günümüze kadar gelmiştir. M.Ö. 771-M.Ö. 480 yıllarının ilk zamanlarında faaliyet gösteren, Proto-Türk olduğu kabul edilen Kırmızı Tiler ve Beyaz Tiler'in (Ekrem, 1995: 65-83) renklerle adlandırılmasında da yönü renklerle sembolleştirme inançlarının etkili olduğu ileri sürülmüştür. Yani Kırmızı Tiler eskiden stepin güneyinde, Beyaz Tiler ise batısında kalıyordu. Ch'ün-ch'iu döneminin ortalarına gelince (M.Ö. 771-M.Ö. 480), Kırımzı Tiler'in stepten ayrılarak güneye doğru Shan-hsi eyaletindeki Tai-hang dağları civarına Beyaz Tiler’in ise güneye doğru Shan-pei tepelerine hareket ederek yerleşmeye başladığı belirtilmiştir. Bu, hem göçebe halkların ilkel inançlarına (Şaman inancı) uygun, hem de Kırmızı Tiler'in oturduğu bölge olan Tai-hang dağlarının Moğolistan steplerinin güneyine yakın olduğunu gösterir. Beyaz Tiler'in oturduğu Shan-pei tepeleri de Moğolistan steplerinin batısına yakındır. Bu açıklamanın, Türklerin renklerle yön belirlediği teorisine uygun olduğu inancındayız (Ma-ch'ang-shou, Kuzey Ti ve Hunlar, 1962).
Ayrıca M.Ö. 626 senesinde ortaya çıkan, Proto-Türk olduğu kabul edilen Tiler’in neden "Kırmızı" ve "Beyaz" renklerle adlandırıldığı hakkında bir başka tahmin ise yukarıda belirtilen yönü renklerle sembolleştirme inancının yanı sıra, Tiler'in kırmızı ya da beyaz elbise giymeleridir (MS. 1987: 299). Yine bazı araştırmacılar ise "Ti" adının aslında bir avcı kuşun adı olup klasik eserlerde bahsedilen "Beyaz Ti Kuşu" ve "Kırmızı Ti Kuşu" adlarından kaynaklandığını iddia etmişlerdir (Lin, 1987: 38-39). Fakat bu iddiaların tarihî gerçeği yoktur.
Araştırmacıların çoğu da Şaman inancındaki mavi kırmızı, beyaz ve siyah renklerin dört yönü işaret etmesinden kaynaklandığını kabul etmektedirler.
Hunların ordu yapısında, Hun hükümdarı dışında, sırasıyla Sol ve Sağ Bilge beyi, Sol ve Sağ Kolu beyi Sol ve Sağ general Sol ve Sağ bölük komutanı, Sol ve Sağ Kutluk Beylerinden,
tüm Sol beyleri doğuda, Sağ beyleri de batıda otururken, Hun hükümdarı da ortada oturuyordu
(NOT: SIRT KUZEYE DÖNÜK, YÜZ GÜNEYE DÖNÜK BU DURUMDA)
(Ssu-ma-ch'ien ; 1975 : 2890-2891). Genelde Sol bey, Sağ beye göre büyük idi (Fen-ye, 1965 : 2944). Bu belgelere göre, Hunlar doğu yönüne önem vermekte ve bu yönün Hunlar için sol taraf olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Göktürklerle tipik benzerlikleri olduğunu göstermektedir.
Hunlar çadırlarda toplu halde iken, büyükler sırtlarını kuzeye dönerek sol tarafta otururlardı (Ssu-ma-ch'ien, 1975: 2890). Ayrıca Hun hükümdarı seherde kalkıp otağının dışına çıkarak, güneş doğduğunda ve akşamları da ay ışığında ibadetini yapardı (Ssu-mach ien 1975: 2890). Bu belgelerden Hunların güneşin doğduğu yöne, yani doğu yönüne çok önem verdiği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki nadir kaynaklara dayanarak bir değerlendirme yapmak gerekirse, Hunlar için doğu yönü sol, batı yönü sağdır. Kuzey yönü arka, güney yönü ise öndür.

Bunun dışında, Hunlar mavi, siyah, beyaz ve kırmızıdan oluşan dört renkle, dört yönü sembolleştiriyordu. Bu konuda en iyi örnek Shih-chi (Tarihî Hatıralar)'de yer almaktadır. Shih-chi'ye göre, M.Ö. 2000 yılında Hun hükümdarı Mete (Mo-tu) kırk bir atlı askeriyle Han sülâlesi ,hükümdarı Kao-tı ile ordusunu kuşatma altına almıştır
Hunların beyaz atlı askerleri batı yönünde, gök atlı (yüzü ve burnu beyaz, bedeni mavi) askerleri doğu yönünde, siyah atlı askerleri kuzey yönünde, kırmızı atlı askerleri güney yönünde Çinlileri kuşatmışlardır.
Yedi gün boyunca Hun atlı askerlerinin kuşatması altında kalan Han sülâlesi ordusu, rüşvet ve yıllık vergi vermeye söz vererek ancak kendilerini kurtarabilmişlerdir (Ssu-ma-ch'ien, 1975: 2894). Bu görkemli savaş sahnesinde, Hunların atlı askerlerinin dört yönü, dört renk ile belirlemesinden, bu tür inancın normal hayat dışında savaş stratejisi bakımından da kullanılmaya başlamış olduğu görülmektedir. Hunlarda renk ve yön meselesini daha iyi aydınlatabilmek için Hunların komşuları olan Çinlilerin de renk ve yön meselesine kısaca değinmek gerekir.
Çinlilerin renk ile yönü özdeşleştirme meselesi araştırmaları M.Ö. 480-M.Ö. 226 yılları arasında başlamış ve eserler yazılmıştır. Bu tür inanç, o zamanlarda Çin toprağındaki yedi devletten biri olan Ch'in Devleti (Shan-tung eyaleti)'nde yayılmaya başlarken aynı zamanda Çin tıbbını da etkilemiştir. Çin tıbbının ilk eseri olan Nei-Chinğ de yer alan bu anlayış, insanın vücudundaki çeşitli organlarla özdeşleştirilmiştir. Fakat Çinlilerde bir renk ve bir yön fazladır. Yani dört yönün ortasında yer alan bölgeyi sarı renk ile belirlemişlerdir. Bu anlayış sadece Çin tıbbında mevcuttur.
Çin tıbbının ilk teori eseri olan Nei-chinğ in, M.Ö. IV-I. yüzyılları arasında göçebe hayatı ağırlıkta olan Ch'in Devleti'nde yazıldığı tahmin edilmektedir (Kuo-ai-ch'ün, 1985: 505).
Nei-ching adlı kitap, eski Çin toprağında meydana gelen çeşitli felsefe düşüncelerini içermekle birlikte tabiat ve insan oğlu arasındaki ilişkiyi de ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu kitabın 4. ve 5. bölümlerinde yer alan bilgilere göre, dünya; ağaç, ateş, toprak, maden ve su gibi unsurlardan oluşurken tabiattaki her şey, bu beş unsurla özdeşleştirilmiştir (Chang-Ying-Yen, 1980: 16-17, 22-24). Biz, Çinlilerce kabul edilen, dünyayı oluşturan unsurları anlatırsak, şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır (Bkz., Tablo 2).
Yukarıda sözü edilen Proto Türklerin, M.Ö. 7. yy'larda renklerle yönü sembolleştirdikleri bilinirken, Çinliler ise M.Ö. 3. yy'larda ancak renk ile yönü özdeşleştirmeye başlamışlardır. Buna göre doğadaki dört yönü dört renk ile özdeşleştirme geleneğinin Çinlilere göre 200 yıl önce başladığı ortaya çıkmaktadır. Fakat Çinliler, Türklerden farklı olarak dört yönün ortasını temsil eden sarı rengi katmışlardır.
Eski Türkler, dört yönü dört renkle sembolleştirirken, yönlerin her biri biter sembolik hayvan tarafından temsil edilmiştir. Doğuyu mavi-koyun, Batıyı beyaz-köpek, Güney'i kırmızı-çaylak, Kuzey'i ise siyah-yaban domuzu temsil etmektedir.
Çinliler başka bir sınıflama yapmışlardı. Doğu tarafına ejder, Güney tarafına kuş, Batı tarafına beyaz kaplan, Kuzey tarafına da kaplumbağa bakardı. Bu bölümlerden her biri bır renkle temsil edilmekteydi. Orta kısmı sembolleştiren hayvan ise eski Türklerin Kotus (Kut=Mukaddes, Us=Öküz) dedikleri ve Uygur Türklerinin günümüzde de Kotaz dedikleri bir çeşit öküz idi (Gabain, 1968: 108).
Eski Türklerde dört yönün dört hükümdar tarafından yönetildiğini de Orhun Kitabelerinden öğrenmekteyiz. "Yir Sup" adı verilen bu hükümdarlar dört taneydi.  

                            Kara Han (Kara Hükümdar, Kuzey'de)

Ak Han (Beyaz Hükümdar, Bati da)                        Gök Han (Mavi Hükümdar, Doğu'da),  
                                 Kızıl Han (Kırmızı Hükümdar, Güney'de)




(Celal Esad Arseven, 1987: 15).
Çin kaynaklarında Hunlarla ilgili belgelerde bu konu hakkında yeterli bilgi bulunmasa da Göktürklerde olduğu gözönüne alınarak Hunlarda da aynı kültürün görülmüş olabileceği muhtemeldir.
Bizans tarihçisi Theopylacten'in Tarih adlı eserine göre, Göktürkler, ateş, hava (yel), su ve toprağa tapmaktaydılar (Chavennes, 1958: 177).
M.Ö. VI-UV yüzyıllarda ortaya çıkan Budizm düşüncesine göre, dünya, toprak, su, ateş ve yel gibi dört unsurdan oluşmaktadır. M.Ö. V yüzyıllarda Grek filozofu Empedocles'in eserinde de bu dört unsurdan söz edilmiştir. Hunlarda bu kavramın olup olmadığı hakkında bir belge yoktur. Fakat Göktürklerde bu anlayışın mevcut olması, düşünmemizi gerektiren bir konudur. Eski Türklerin bu tür anlayışını ele alırsak şöyle bir tablo çizilebilir (Bkz., Tablo 3).
Eski Türkler dört yönü adlandırma ve anlam verme konusunda çok zengin iken Çinlilerin bu konuda Türklere göre daha zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Yerleşik ve kendi oturduğu bölgeden başka bir yeri görmemiş bir topluluk ile birkaç haftada yüzlerce kilometrelik saha içinde dolaşabilen göçebe halkların bildiklerinin daha fazla olduğunu ileri süren Ögel'e göre, bu göçebe halklar yön hususunda yerleşik köylülerden çok daha fazla bilgiye sahip olmalıydı (Ögel, 1991, cilt I; 429).
Biz Türklerin yön hakkındaki kelimelerinin anlamları ile Çinlilerin M.Ö. 86 yılında yazılmış ilk Çince sözlükte yer alan yön hakkındaki kelimelerinin anlamlarını mukayese edersek doğru sonuca varabiliriz.
Eski Türkler sol taraf olarak kullandıkları için Doğu,ya İleri (il-gerü) diyorlardı.
Günümüzde kullanılmakta olan "Doğu kelimesinin, güneşin doğmasından kaynaklandığını Ögel ileri sürmüştür (Ögel, 1991: cilt I, 430-433). Çincede Doğu için kullanılan Tung kelimesi, "ağacın hareketi güneş suyun içinde" gibi anlamları ifade etmektedir (Hsü-sheng, 1963: 126).
Eski Türklerce "Sağ Yan" denilen Batı yönüne Uygurca Oğuz Destanı'nda 'Kün Badusu denilmiştir. Göktürk Yazıtlarında da Batı için kiri, kerü (geri, geç) kullanılmıştır (Ögel, 1991: 433-436). Çinlilerde Batı (Hsi) kelimesi, "kuşlar yuvasında, yani güneş batıya kaydığında kuşlar yuvaya kondu" gibi anlamları ifade etmektedir (Hsü-sheng, 1963 : 247).
Güney, Türkçe yazıtlarda "gün ortası güneşin bulunduğu" manalarına gelen "Kün Ortası" ve "Beri" kelimeleri ile ifade edilmiştir "Beri" kelimesi Eski Türkçede sağ taraf manasına gelmekteydi. Uygurlarda Küngey, Anadolu Türkçesi'ndeki Güney kelimesinin Ögel'e göre, iki anlamı vardır.
I- Güney, yani güneşin bulunduğu yön demektir.
II- Güneş gören, güneşin ışıklarının her zaman üzerinden eksilmediği bölge ve yamaçlar demek idi (Ögel, 1941: 436-440). Çinlilerde Güney (Nan) kelimesi "ot ve ağaçlar güney yönünde fidanlanıyor" anlamını ifade etmektedir (Hsü-sheng, 1963: 127).
Kuzey Türklerde hem karanlığın, hem de gecenin sembolü olmuştur.
Eski Türkler sağ ve sollama şeklinde yönleme sistemine göre sola yani, Kuzey'e "Yırı' demişlerdir. Yırı uzak, ıraklaştırmak manalarını içerirken "Beri" Türkçede yakınlık gösteren bir sözdür (Ögel, 1991: 441-444). Çincedeki Kuzey için kullanılan Pei kelimesi iki kişinin sırt sırta oturması, yani arka taraf anlamındadır (Hsüsheng, 1963).
Anlaşıldığı gibi M.Ö. 86 yılında yazılan ilk Çince sözlükte, renk ve yön hakkındaki açıklama çok zayıf ve karışıktır. Hattâ anlamsızdır. Buna karşın eski Türklerde bu kavramlar daha açıktır (Ögel, 1991: 277, 491, 427, 465).

KAYNAKÇA
ARSEVEN, Celal Esad, Türk Sanatı, Cem Yayınevi, 1987.
CHANG, Ying-Yen, Huang-ti-Nei-Ching Chi-chu (Nei Ching Hakkındaki İzahlar), Shang-hai Teknik Neşriyatı, 1980.
CHAVANNES, Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar (Çince terc. (Feng-ch'en-chun), Chung-hua Kitapevi, Pekin 1958.
CHENG, Yong-ling, Min-Tzu-Tsu-Tian (Milletler Sözlüğü), Shanghai Tsu-shu Matbaası, Shang-hai, 1987.
DİVİTÇİOGLU, Sencer, Kök Türkler, Kent Basımevi, İstanbul 1987.
DİYARBEKİRLİ, Nejat, Hun Sanatı, 1972.
EKREM, Erkin, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Kavimleri (M.Ö. 2146-318), Yayınlanmamış Tez Çalışması, H.Ü. Tarih Bölümü.
FENG, Ch'eng-Chün, Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar, Chung-hua Kitapevi, 1958.
FEN, Ye, Hou-Han-shu (İkinci Han Sülalesi Tarihi), Chung-hua Shu-chü, Pekin 1965.
GABAİN, A.V., "Renklerin Sembolik Anlamları", Türkoloji Dergisi, Ankara, 1968.
HSÜ, Sheng, Shou-wen-chic-Tzu (Eski Çince Sözlüğü), Chung-hua Kitapevi, Pekin, 1963.
KUO, Ai-chun, Chung-kuo Chen-Chiu Hui-Ts'ui (Çin Akupunktur ve Dağlama Hakkındaki Kitaplardan Seçmeler), Hunan Teknık Neşriyatı, Ch'ang-sha 468-505, 1985.
MA, Ch'ang-shou, Kuzey Ti ve Hunlar, Chung-hua, Shu-chü, Pekin, 1962.
NEMETH, J., "Türklüğün Eski Çağı" (Macarcadan), Ülkü Mecmuası, (Tercüme eden: Şerif Baştav), Ankara, 1940.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1991.
ÖGEL, Bahaeddin, "Büyük Hun Devletinin Kuruluşundan Önceki Orta Asyanın Etnik Durumu", Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, 1947.
PAN-KU, Han-shu (Han Sülâlesi Tarihi), Chung-hua, Shu-chü, Pekin, l975.
SSU, Ma-ch'ien, Shih-chi (Tarihî Hatıralar), Chung-hua, Shu-chü, Pekin, 1962.
TANER, Tarhan, "Bozkır Medeniyetlerinin Kısa Kronolojisi", Tarih Dergisi, İstanbul, 1970.
TURAN, Osman, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, DTCF Yayınları, 1941.
 

türk dili © 2010

Blogger Templates by Splashy Templates