8 Ocak 2012 Pazar

eski ve orta türkçe ile moğolcada müşterek kelimeler

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/844/10677.pdf dosyasının html sürümüdür.
G o o g l e taradığı belgelerin otomatik olarak html sürümlerini oluşturur.
Page 1
ESKİ YE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
YE MOĞOLCA-TÜRKÇE MÜŞTEREK KELİMELER
ÜZERİNE NOTLAR
TUNCER GÜLENSOY
(
Tarihî gelişmesi bakımından Moğolca, Türkçe kadar işlenmemiş ve do-
layısiyle gelişmemiş bir dil olmakla beraber, bugün Batı'da Altaistler tarafın-
dan üzerinde Türkçe kadar titizlikle çalışılan bir dildir.
Bazı tarihçi ve türkologların iddia ettiklerinin aksine, Moğolcanın Türk-
çeyle akrabalığına dair kesin debiler ortadadır.
Moğollar Cengiz Han öncesinde de Türklerle komşu idiler ve Orta Asya'-
nın bozkır kültürü her iki kavme de hâkimdi.
Cengiz'in Moğolları bir bayrak altında toplaması ve Orta Asya'dan Müs-
lüman Türk ve Arap ülkeleri ile Rusya ve Karadeniz'in kuzeyini tehdit et-
mesinden sonra, istilâ ettikleri ülkelere askerî gücün yanında Moğol dili ve
kültürü de girdi. Yabancı bir ülkenin diğer bir yabancı kavim tarafından
istilâya uğraması neticesinde o ülkede mutlaka büyük değişiklikler meydana
gelir. Fakat bu değişiklikler, istilânın kısa veya uzun süreli olmasına paralel
olarak sathî veya derinliğine kendisini gösterir. Cengiz'in Moğol yurdundan
kalkarak Çin'e ve doğu Asya'ya, sonra Türkistan üzerinden diğer Türk ve
Arap ülkelerine yönelen istilâları ölümü ile durmamış, onun varisi olan oğul-
ları ve torunları zamanında da devam etmiştir. İlhanlılar devleti ve Altun
Ordu Hanlığı'nın İran ve Türk ülkeleri üzerinde bıraktığı izler derindir. Cen-
giz neslinden Bâbür ve Timur'un zamanında da bu izler yıllarca kalmış, Ti-
mur'dan önce ve Timur ile beraber Anadolu ve Azerbaycan'da görülen Moğol
hâkimiyetinin izleri uzun müddet silinmemiştir.
Yukarda da bahsettiğimiz gibi, Cengiz Han'dan önce de Türk ve Moğol
dilleri birbirlerinden karşılıklı olarak kelime ahşverişi yapmışlarsa da bu
alışverişte Türk Dili Moğol Dili'ne nazaran daha aktif rol oynamıştır. Bunun
neticesinde pek çok Türkçe kelime Moğolcaya doğrudan doğruya girmiştir.
Bunun yanında Moğol Dilinin Türkçeye tesiri de az olmamıştır. Türklerin
Page 2
236
TUNCER GÜLENSOY
Budizm ve Manihaizm dinleri ile karşılaşmaları neticesinde bâzı Sanskritçe
dinî terim ve kelimeler Türkçeye ya doğrudan doğruya veya Moğolca yoluyla
girmiştir.
Eski Türkçeye giren Moğol asıllı bir çok kelime, uzun müddet Türkçe
ile beraber yaşamış, Türk'ün büyük sözlüğü "Divanü Lûgat-it-Türk" e dahi
girmiş, sonraları Bâbür, Ebülgazi Bahadır Han ve Ali Şir Nevai'nin eserlerin-
de de hayatiyetlerini sürdürerek Osmanlıca'ya kadar gelmişlerdir.
Biz bu araştırmamızda eski Türkçe (eski Uygur Türkçesi) ile Divan
(DLT)'da ve Doğu Türkçesi'nde edebî dile kadar giren bazı Moğolca kelime-
ler üzerinde durduk. Burada verilen kelimelerden bazıları Azerice ve Osmanlı-
cada da uzun müddet yaşamış olabilirler. Bu bizim konumuzun dışında ol-
duğu için, böyle kelimelere temas etmedik.
BİBLİYOGRAFYA VE KISALTMALAR
Alt. Gr.: A. von Gabain, Alttürkische grammatik, Leipzig 1950.
Alt. Yar.: S. Çağatay, Altun Yaruk'tan iki parça. Ankara 1945.
Bob.: Folke Boberg, Mongolian English Dictionary I-III, Copenhagen 1954.
Cour. DTO.: Abel Pavet de Courteille, Dictionaire Turc-Oriental, Amsterdam,
Philo Press, 1972, 562 s.
DLT.: Divanü Lügat-it-Türk.
EUTS.: A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1970.
Kow.: Joseph Etiennc Kowalewski, Dictionnaire Mongol-Russe-Français
I (Kasan 1844, 1-594 s.), II (Kasan 1846, 595-1545 s.), III. (Kasan
1849, 1547-2690 s.).
MGT.: A. Temir, Moğolların Gizli Tarihi, Ankara 1948.
Poppe Muk.: N.N. Poppe, Mongol'skiy Clovar' Mukaddimât al-adab I-II.
Moskva-Leningrad, 1938, 451 s.
Manç.: Mançuca
Moğ.: Moğolca
Skr.: Sanskritçe
Soğ.: Soğutça
Uyg.: Uygurca
Diğer kısaltmalar için A. Caferoğlu'nun EUTS'ndeki kısaltmalara bakıl-
ması.
Page 3
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
237
acırga "bayır turpu"
Cour. DTO. 7: Uj^l (id.)
açuğ~açağ "hediye, armağan" (EUTS. 2; Alt. Gr. 292)
~ Uyg- açığ:
1. öfke, kızma, şiddet (TT.I, 14,180)
2. acı, ızdırap (Man. I, 9,6)
3. ekşi, acımtırak (H.II. 16, 12)
4. hediye, armağan (TT.VII. 44, 10; EUTS. 2)
~ DLT. açığ:
1. nimet içinde yaşayış (I, 63)
2. hanın bahşişi (I, 63)
3. acı, acı olan her nesne; ekşi (I, 63, 279; II, 299, 311; III, 272).
Cour. DTO. 7:
acığ ("öfke, hiddet, gazap, kızma, kızgınlık")
"colere; soupir; regret, peine, amer" < Moğ. acuğ ahta ~ akta Cour. DTO. 8: b».l "tout animal châtre, principalement le cheval"
< Moğ. alfda alaku "öldürmek" (Bob. III, 298); alağaçı "öldürücü" alakdaku: öldürülmek ~ Cour. DTO. 29: ^»-"i/l alaçı "qui commet de meurtres" < Moğ. alakçı: öldürücü, kdıçtan geçiren. alban "hizmette ödenen bir vergi adı" (Schm. 12; EUTS. 10) Uyg. alban: 1. Özel ad (USp. 76). 2. hizmette ödenen bir vergi adı (USp. 261; Rd. I. 433; USTS. 10) egaİ "güçlü, kuvvetli"
~ Cour. DTO. 153: ^yl baJcuy "grand" —' Cour. DTO. 181:
bitçâgâ (id.) J. borln jimiş: çayir yemişi
j^lir); (Kow. 1212: bor: küçük bir su samuru).
~ Uyg. bor "şarap" (U.II. 100,2; URD. 140, 7; H.I. 8, 53 [P.Pelliot,
Page 6
240
TUNCER GÜLENSOY
Le nom turc du vin dans Odaric de Pordenone, TP. XV. 1914,
448-453]; TT. VII. 37, 12; EUTS. 47) = Moğ. bor
borçıı 1. "Bağçivan" (USp. 269).
2. "Üzüm vergisini toplayan memur" (USp. 269; EUTS.
47).
~ DLT : bor "şarap, süci" (III, 119, 121).
bökse "karın" (Kow. 1252)
~ MGT. de: bökse (id.)
bökse-yin uriyala: elbisenin altı, etek.
bökse-yin iikeçeg: kalça, bud.
bökse-yin feubçasad: elbisenin altı, etek, pantolon.
bökse-yin ltutalkulfçi em-e: namussuz, kötü kadın, fâbişe.
bökse-yin kuçilğa: etek, pantalon.
bökse-yin bey-e: vücudun altı.
bökse-yin tala-yin kündür: sağrı.
kökse kütelgekü: arkasını kımıldatmak.
~ Uyg. böksik (U.IV. 34, 70; EUTS. 49). - cidal çite:
cida: mızrak, cirit, kargı"
çite: tırnak kökü).
~ Uyg. çıda "süngü, mızrak, cida" (Uig.-Wb. 20; EUTS.). Moğ.
am; H.I. 12, 136; EUTS. 71). erdem (id.). Poppe.
Muk. 161: erdem
j\
ardani (KWb. 123; Schm. 33).
~ Uyg. ar dini
şiregen ~ şirege "masa; saltanat tahtı" (Kow. 1522) .—/ sirege (id.) (Bob.
III, 523)
şiregelekü >—> siregelekü : masa koymak
itegen-ü şiregen: yemek masası
sudur-un şiregen: kitaplık
şiregetü: saltanat tahtı
şiregemel: çengel, kanca.
~ Uyg. şira "masa" (Uig.-Wb. 21; EUTS. 217) tabin "elli" (Bob. III, 206)
<—< Cour. DTO. 194:
tabin "troupe de cinquante hommes, gardes
du corps, pages" (50 kişilik muhafız birliği) tağuuhu "acele, istical, tehâlük"
-—' Cour. DTO. 216: ^ji^-lSs) tekâmişi "hâte, promptitude, action de
poursuivre". tangsuk "haz, sefa, memnuniyet, hoşluk; sevinç" (Kow. 1567). tangsok
"charm" (Bob. III, 88).
tangsuk itegen: hoş, tath, nefis; sevgili.
tangsuk ünürtü: hoş kokulu; Bodhisattva'nın adı.
tangsuk boluğsan: fevkalâde, mükemmel; son derece; dikkate
değer.
tangsukkan: kâfi derecede hoş, kâfi derecede tatlı ve nefis.
tangsulftu: hoş; tatlı nefis, lâtif.
tangsulflaku: eğlendirmek; okşamak.
~ Uyg. tangsuk : "1. tatlı, nefis, lezzetli" (Suv. 118, 4; EUTS. 224) tangsuk
"2. acayip, kıymetli, değerli" (Alt. Gr. 337; EUTS. 224).
~ DLT.: tangsuk "şaşdacak, acayip, nefis" (III, 3, 90).
Page 16
25ü
TUNCER GÜLENSOY
tarğun "yağlı; şişman" (Bob. III. 200).
tarğulaku: şişmanlamak
/—' Cour. DTO. 213: ö ji J targun (id.) "gras, replet" tarni (Kow. 157; 164).
~ Uyg. darni 67) = Moğ. tarni
torkaru "mütemadiyen, sürekli surette, bilâfasıla; durmadan, daima" (Kow.
1890).
~ Uyg. turjfaru "hep, durmadan; sür-git" (TT. I, 13, 152; Suv. 101,
17; Man. I. 29, 29; EUTS. törü "kanun, yasa" jjy
(Kaw, 1939) MGT.'de: töre "yasa, kanun"
<—• yeke törü "büyük kanun".
ayimağ-un töre: il idaresi.
nom-un törü: dinî idare; meratibi silsile.
kan törü bariğu: saltanat sürmek, hükümet etmek.
Jcağan-u törü: idare, saltanat, kırallık idaresi.
~ Uyg. törü: "töre, örf, kamun, nizam" (Suv. 627, 18; EUTS.) Altun
Yaruk'ta: törü "kanunî şeriat, kanun" (10-1; 18-20; 607-17).
~ DLT.: törü "düzen, nizam, görenek, âdet" (I, 106; II, 18, 25; III, 120,
121); törümek "yarattılmak" (III, 262); törütmek "yaratmak,
bir şey takdir veya ıslah edilmek" (II, 303).
tuli "ayna" (Bob. III, 340).
tulilaku: aynaya bakmak
tulin-u ger: ayna kutusu
~ Cour. DTO. 245: dy tuli "miroir" tusa "fayda, yardım, iyilik" (Bob. III, 259); kurban tusas "üç hizmet".
~ Uyg. tusu "fayda, semere, kazanç" (TT. I, 11, 13; U.I. 25, 8 — tuzu)
tusulmak: faydalı olmak (TT.I. 11, 106; EUTS. 254).
tusuluğ: faydalı (EUTS. 254).
Altun Yaruk'ta:
asığ tusuğ "fayda" (611-15).
~ DLT.: tusu "menfaat; şifa" (III, 224); tusu bolmak "yaramak, fayda
vermek" (II, 127); tusulmak "iyi gelmek, faydası olmak, yaraş-
mak" (II, 116); tusulmak "yaramak, fayda vermek" (II, 127).
Page 17
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
2 5 1
'—' Poppe Muk. 355: tusa kibe tündü y
= asıq berdi anqa.
tusu "yağ" (Bob. III, 366).
tusulafcu: yağlamak
tusu silaku: sıkıştırarak yağ çıkarmak
~ Cour. DTO. 233: o yy tusun "huile, beurre" tuyliyan "20 yaşında at"
~ Cour. DTO. 243: j^ y tulan "bois â brûler" "eheval de ving ans".
usu ~ usun "su" (Kow. 373). ~ ooso (Bob. III, 577).
~ Cour. DTO. 65: Oyj\ usun "eau" utçi r-^ utaçin t—• utuçi "tabib" (Kow. 383).
utuçilaku: tedavi etmek
utiçilakuy-yi metegü: tedavi etmeyi bilmek
'—' Cour. DTO. 45: ^yj
utuci "celui qui bande les fractures et
les guerit" ümen *—< ömen "kanser, kanser tümörü" (Kow. 536).
~ Uyg. ömen = örmen (id.) (TT. VI. 88; EUTS. 150) ünen "hak, hukuk" (Kow. 480).
~ Cour. DTO. 81: üU jl unan "droit, sincerite, verite" iire < ür-e "zürriyet, nesil, ahfat" (Kow. 577).
ür-e-yi olku: meyve toplamak, mükâfatlandırılmış olmak, bir
mükâfat almak.
ür-e üsgegü: bir meyvenin bakımını üzerine almak.
ür-e-yi ğarğahu: bir meyvenin semeresini kaldırmak.
<—' Cour. DTO. 60: JJJJJI orunlı "petit-fils, descendants" ür-e "descendance".
ürgesü "diken" (Bob. III, 536) /—• ügesun (id.).
ürgesüdü: dikenli
~ Cour. DTO. 55: öy\fjj\ iirgesun "epine" üsüg '—' üçüg "harf, alfabe karakteri" (Kow. 510, 549).
~ Uyg. ujak "hece, harf" (TT. 4, 10; U. III. 76,12; Suv. 272,10; EUTS.)
yasun "kemik" (Bob. III, 59).
yas ulak: kemik yapısı kuvvetli
sibanur yasun: bilek kemikleri
yasudu: kemikli
^ Cour. DTO. 526: oy\j yasun "os" Page 18
TUNCER GÜLENSOY
BU YAZIDA GEÇEN KELİMELER İÇİN
TÜRKÇE - MOĞOLCA SÖZCÜK
—A—
acele: tağuuhu
ahfat: üre
akciğer: sula
aksak: doğolang
amca: nağaçu
ara vermeden: edür sayin, bk. edür
arkadaş: nükür, nökör
arkadaşhk yapmak: nükürlekü
arkasını kımıldatmak: bökse kütelgekü, bk. bökse
armağan: açuğ, açag
aydınlık: edür
ayı: ötege
ayırma: suu
ayna: tuli
ayna kutusu: tulin-u ger
aynaya bakmak: tulilaku
aysberg: dar müsu, bk. müsu
—B—
baba: eçige
baba (ve) anne: eçige eke, bk. eçige
bâkir: batu ügen
basamak: şiregen-ü şatu, bk. şiregen
bayır turbu: acırga
bayram günü: bayar-un edür, bk. edür
bilek kemikleri: sibanur yasun, bk. yasun
bit: bügesün
bud: bökse-yin ükeçeg, bökse-yin kubçasad, bk. bökse
buz: müsu, müsün
buz baştan başa kırılmak: müsün çümurekü
buz dağı, (aysberg): dar müsu, bk. müsu
buz erimek: müsün kayilku, bk. müsu
Page 19
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
253
—C—
cehennem hanı: erlik hân
cesur: eres
- ç -
çayır: ebesun, ebusun
çengel: şiregemel, bk. şiregen
—D—
da: basa, basa basa
daha, (keza, de, da; henüz, şimdi, yeniden): basa, basa basa
daima: edür sayin, bk. edür; turkaru
daimî, (fasdasız): batu münğge
dayanıklı, (sağlam): batu münğge
de: basa, basa basa
dede: elunçe
deniz: dalai
derhal: edür sayin, bk. edür
diken: ürgesü
dikenli: ürgesüdü
dilenci: ğuirinçi
dinç: batu
doktor: utçi, utuçin, utuçi
düşman: daisun
düşmanı olan: daisundai
düşünceye dalmak: dayan-i bisilğaku, bk. dayan
düşünmek: dayan-i bisilğaku, bk. dayan
—E—
ebedî: münğkedei
ebediyet: münğge
eğlendirmek: tangsuklaku, bk. tanğsuk
elbisenin altı: bökse-yin uriyalta, bökse-yin kuçilğa, bk. bökse
emin: lab
er, erkek: er
erkek çocuk: kübegün
eş (refika): emeğe, emegen
eşek: elçigen
Page 20
254
TUNCER GÜLENSOY
eşekçi: elçigeçi, bk. elçigen
eşek kulağı: elçigen-ü çigi
etek: bökse-yin uriyalta, bökseyin kuçilğa, bk. bökse
evvelki gün: orci edür, bk. edür
eyer: emegel
eyerini çıkarmak: emegel abku
eyer yastığı: emegel-ün olonçoğ
ezel ve ebed: münğge
—F—
fasılasız: batu münğge
fayda: tusa
fazilet: erdem
fena arkadaş: kurumcidu nükür, bk. nükür
fevkalâde tangsuk boluğsan
—G—
geyik: buğu
güç, (kuvvet): erke
güçlü: erkelig
güçlü, kuvvetli: begai
güçlü Tanrı: erketü tenğgiri
gümüş: münğgün
gümüş balığı: münğgün eiğasu
gümüşle kaplamak: münğgülekü, bk. münğgün
gün: edür
günahsız: kkir ügei, bk. kir
gün dönümü: edür süni teksiungüi
gündüzün: ediirer, bk. edür
güneş: edür-ün eçeg, bk. edür
gün ışığı: edür-ün udun, bk. edür
gürbüz: batu
—il-
hak, hukuk: ünen
harf: üsüg
hasta: ebetçitei, bk. ebetçin
hastalık: ebetçin
hastalık nöbeti: ebersil, bk. ebetçin
Page 21
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
255
hayvan derisinde benek: irbis-un ciruk, bk. irbis
haz: tangsuk
hediye, armağan: açuğ, açağ
henüz: basa, basa basa
hergün: edür buri, edür tutum, bk. edür
hesaplamak: arılkahu
hidroskop (rutubet ölçer âlet): edür-ün tengri-yin kubing
Hindistan: enetgek
hizmetçi kadın: kkir-i arçiğur eke, bk. kir
hoş: tangsuk itegen, tanğsuktu
hoş kokulu: tangsuk ünürtü
hürmet etmek, saymak: eçige eke bolğan bariku, bk. eçige
—İ—
idare: kağan-u törü
iğdiş: ahta, akta
iğdiş at: akta morin
iğdiş etmek: ağdalaku, bk. ahta
ihtiyar adam: kükesin
ihtiyarlamak: munuku
ilâç: em
il idaresi: ayimağ-un törü
ince ve gevrek buz: müsün kemker, bk. müsu
inci: subut
istidat: sidi
istiğrak etmek: dayan üyletkü, bk. dayan
iyilik: tusa
iyi ruhlu: mekei
—K—
kabiliyet: erdem, sidi
kadın (=zevçe, eş, karı, refika): emeğe, emegen
kalça, (bud): bökse-yin ükeçeg, bökseyin kubçasad, bk. bökse
kamçı: barka
kanca: şiregemel, bk. şiregen
kanser: ümen
kanun: törü
kaplan: irbis
kargı: cida
Page 22
TUNCER GÜLENSOY
karın: bökse
katı, (sert; kuvvetli, dinç, gürbüz): batu
keçe: isigei
keklik: idağu
kemik: yasun
kemikli: yasudu, bk. yasun
kemik yapısı kuvvetli: yasulak, bk. yasun
keza: basa, basa basa
kıranta: buruğçin
kısır dişi domuz: akta megeçi
kızoğlan kız: batu ügen
kir, kirlilik: kir, kkir
kitaphk: sudur-un şiregen bk. şiregen
koca yapmak: erelesü, bk. er
koca yapmak: erelesü, bk. er
kuvvet: erke
kuvvetli: batu, begaj
kuyumcu: münğgüci darkar, bk. münğgün
küçük: biçiğan
kürek kemiği: dalu
—L—
lâtif: tangsuktu
leke: kir, kkir
leopar, (panter, kaplan): irbis
lezzetli, (tatlı): amtatai, amtatu
—M—
manastır: dayan-ı kuriğ-a
masa: şiregen, şirege
masa koymak: şiregelekü, bk. şiregen
masum: kkir ügei, bk. kir
maymun: meçin
meleke: sidi
memnuniyet: tangsuk
merkep: elçigen
mezarlık: gersi
meziyet: sidi
mızrak, (kargı): cida
Page 23
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
257
miğfer: suu süite
murakabeye varmak: dayan üyletkü, bk. dayan
mut: buyan
mutlu: bayartai
mutluluk: ölcei
mücevher: erdeni
mükemmel: tangsuk boluğsan
mütemadiyen: edür sayin, bk. edür
—N—
nefis: tangsuk itegen
nesil: üre
nesne: bere
niâyetsizlik: münğge
—O—
okşamak: tanğsuklaku, bk. tanğsuk
oruçlu: maçaktai, baçağtaı
oruca niyetlenme: maçağ-un sadar, bk. maçağ
oruca riâyet ettirme: maçağ abagğulku
oruç: maçağ
oruç bozmak: maçağ ebtegü
oruç tutmak: maçağ bariku, maçağlaku
ot: ebusun, ebe sun
-
Ö
-
öğretici: ar si
ölçmek, (hesaplamak): arılkahu
öldürmek: alaku
öldürücü: alağaçı
öldürülmek: alakdaku
—P—
pantalon: bökse-yin kubçasad, bökse-yin kuçilğa
panter: irbis
pirinç: dudurğa
pislik: kir, kkir
portakal: amtatu, bk. amtatai
—R—
rüçhan: suu
Page 24
TUNCER GÜLENSOY
—S—
saadet, (mut, sevap): buyan
saadetli, (mutlu): bayartai
sağ: esen
sağlam: batu münğge, lab
sağ olmak: esen atuhu
sağrı: bökse-yin tala-yin kündür, bk. bökse
saltanat: kağan-u törü
saltanat sürmek: kan törü bariğu
saltanat tahtı: şiregetü, bk. şiregen
saray: örgüge
sarkık saçak buzu: soyoğa müsu, bk. müsu
seçme: suu
seçme kuvvet: erekün, bk. ere
sefa: tanğsuk
sert: batu
sevap: buyan
sevgili: tanğsuk itegen
sevinç: tanğsuk
seyis: aktaçi
seyretmek: dayan üyeletkü, bk. dayan
sıhhatli: esen
sık sık: edür buri, edür tutum, bk. edür
sıra: bandang
su: usu, usun
suçsuz: kkir ügei, bk. kir
su samuru: usun-u irbis, bk. irbis
sükûnet; amul
-Ş-
şarap: bor
şeytan: matar
şimdi: basa, basa basa
şişman: tarğun
şişmanlamak: tarğulaku, bk. tarğun
—T—
tabib, (doktor): utçi, utaçin, utuçi
tadı hoş: amtatu amtan, bk, amtatai
Page 25
ESKİ VE ORTA TÜRKÇEDE MOĞOLCA KELİMELER
talihli gün: ulcajdu edür, bk. edür
tanyeri ağarması: edür-ün ebuden, bk. edür
tatlı: amtatai amtatu, tangsuk itegen
tedavi: emnehe, emne
tedavi etmek: utaçilaku, bk. utçi
tercih: suu
topal: doğolang
tulga: suu süite
tuz: dabusu, dabusun
—U—
umut: ari-ç
usluluk, (sükünet): amul
uzaktan görünen şey, (nesne): bere
-
Ü
-
üçüncü göbekten dede, yahut nine: budanur
—V—
vergi (hizmette ödenen bir vergi): alban
vücudun altı: bökse-yin bey-e, bk. bökse
—Y—
yabanî vişne: elçigen çige, bk. elçigen
yağ: tusu
yağlı, (şişman): tarğun
yardım: tusa
yarından sonra: nügüge edür, bk. edür
yasa: törü
yazmak: bitikü
yemek masası: itegen-ü şiregen
yeniden: basa, basa basa
yiğit: eres
—Z—
zürriyet: üre

0 yorum:

Yorum Gönder

 

türk dili © 2010

Blogger Templates by Splashy Templates